İMAM-I AZAM VE İLİM

İMAM-I AZAM VE İLİM

Hazret-i İmam, bir Arap memleketi olan Kûfe’de doğmuş olmasına rağmen, babası Sâbit’in Fars asıllı oluşu sebebiyle aslen ve neseben Farslı sayılmıştır. Buhârî ve Müslim’deki bir hadis de bunu te’yid etmektedir. İmam-ı Süyûti, İmam-ı A’zam’ın geleceğini müj’deleyen şu hadisi delil olarak zikreder: “İlim Süreyya’da asılı bulunsaydı bile, Fars neslinden bir adam mutlaka ona ulaşıp sahip olurdu…” Bu hadis. Ebû Hanife hazretlerinin büyük bir ilim aşkına ve öğrenme merakına sahip olduğunu göstermekte ve yüksek bir ilmi pâyeye ulaşacağına işaret etmektedir. Nitekim birinci asrın sonlarında İmam-ı A’zam’a yaklaşabilecek bir başka Farslı âlim görülmemiştir.

Demek ki Resûlüllah’ın işaret buyurduğu Farslı âlim, Ebû Hanife hazretlerinin kendisidir. Ebû Hanîfe’nin hayatını yazan Seyyid Afifi der ki: “Hazreti Numan; şer’i ilimlerde, edebiyat ve hikmette geçilmesi mümkün olmayan bir iman ve aşılması kabil olmayan bir denizdir….” Ebû Hanife’nin vefat ettiği sene içinde dünyaya gelen İmamı Şâfiî de, bu sözü şöyle te’yidde bulunur:

“Bütün insanlar fıkıhta Ebû Hanîfe’nin talebesidirler.” Bu mevzuda meşhur başkadı Ebû Yusufun sözü de şöyledir: “Hadîs ilminin izahını Ebû Hanîfe’den daha güzel yapan birini görmedim…” Sâbit oğlu Numan’ı böylesine eşsiz bir âlim haline getiren bir rüya hâdisesi vardır. Onu dilerseniz kendisinden dinleyelim: “Ben gece-gündüz mescidde ilme çalışıyor, arkadaşlarımla ilmi müzakerelerde bulunuyordum. Bir gece kendimi Resûlüllah’ın kabrini açıp, mübarek, kemiklerinin parçalarını bir araya getirir şekilde gördüm. Bundan ürktüm ve okumaya ara verdim.

Ancak, bu rüyanın mânâsını da meşhur rüya müfessiri İbn-i Sîrîn’den sormadan edemedim. İşte bu sualden sonradır ki daha büyük bir şevk ve aşkla okumaya başladım.” Bunu dinleyen Yahya bin Nasr der ki: “Yâ İmam, İbn-i Sîrîn o rüyanızı nasıl tefsir etmişti?” “Geçmişe ait bir mes’ele. Onu şimdi sormayın, artık…” Yahya Bin Nasr ısrar eder: “Rüyanızın nasıl tefsir edildiğini mutlaka öğrenmek istiyorum.” İmam kısaca şöyle cevap verir: “Resûlüllah’ın kabrini açmak, üzeri örtülü kalan ilmi açmak, kemiklerini bir araya getirmek de, sünnetini bir araya getirmektir, dedi. Benim ilmi faaliyetim buna işaretmiş…

İşte bunun için Hazret-i İmam’a derler ki: “Ûzeri kapalı ilmi açan, dağınık sünnetleri bir araya getirip insanlara toplu halde sunan ilk âlimdir.” İmam-ı A’zam hazretleri, üzeri kapalı ilmi belli bahis ve fasıllara ayırıp herkesin anlayacağı şekilde tasnif eden ilk müctehiddir. Bu yeniliği ve eşsizliğidir ki, kendisini anlamayanlarca çekilememiş, dedikodu konusu yapılmıştır. Hazreti İmam’ın bu dedikoduculara karşı dikkati çeken bir susma ve onlarla meşgul olmama hali vardır: Kendisine gelen her dedikoduya tekrarladığı sözü şöyleydi: “Allah, arkamdan kötü konuşanları affetsin, iyi konuşanları da rahmetine mazhar kılsın!..” O yine dersine döner; söylentilerle uğraşmayı, fuzuli iş sayardı. Zaten Hazret-i İmam’ın susması çoktu, tefekkürü dâimi idi. Faydalı bir bahis varsa konuşur. yoksa düşünmeyi tercih ederdi.

DİĞER MAKALELER